27 Şubat 2009 Cuma

MaDiSoN KaSaBaSıNıN KöPRüLeRi

önceki yazımdaki filmin müziklerini araştırırken can dündarın bu filmle ilgili şu yorumunu buldum lütfen okurmusunuz.

Can Dündar bu filmle ilgili şunları yazmış:

"Zordur köprüleri yakmak... Sıradan sabahların mahmurluğuna alışmışlar için, bir şafak vakti aniden geçmişinden ve bugününden vazgeçmek ve içinde her nasılsa saklanmayı başarmış bir ya¬rın heyecanının kanadına tutunarak havalan¬mak cesaret ister. Kurulu düzen öylesine rahat, öylesine huzur doludur ki, ruhuna gömülü ço¬cuğu, yıllarca kınında beklemiş keskin bir kılıç gibi uyandırıp dörtnala ileri atılmak, yaman bir karara dönüşür.
Zordur insanın onca zaman, bunca emekle kurduğu ne varsa hiçe sayıp, mağlup ama mağ¬rur bir komutan edasıyla yeni seferlere niyetlenmesi... Bugüne yenik düşenler, yarını sade¬ce hoş bir hayal olarak düşleyip, dünde yaşar¬lar. Bedel ödemeyi göze alanlar ise, yelkenleri atlastan gemilerle, arkalarında külden köprüler bırakarak meçhul bir istikbale doğru dümen kırarlar...
Yakılan sırat köprüsüdür. Geçer ve orada kalırsınız: cennetse cennet, cehennemse cehennem... dönüşü yoktur...

Clint Eastwood'un son filmi "Madison Kasabasının Köp
rüleri" çoğumuza bir kez daha ruhumuzun derinliklerinde saklanan o yakılası köprüleri hatırlattı. Hayatı, sohbetsiz sofralara yemek hazırlamaktan ibaret, kendi halinde bir ev kadınının günün birinde kapıyı çalıveren bir yabancıyla yaşadığı 4 günlük "yasak ilişki", içimizdeki şeytanın kapılarını çaldı. 40 yıl kendirli, kendinden bile saklamış bir kadının, 4 gün içinde kendisiyle tanışması ve 40 yıldır ıskaladığı bir mutluluğu bir "yabancı"da yakalaması, dünyanın dört bir yanındaki izleyicilere pek tanıdık bir duygu gibi geldi.
Sinema çıkışında ellerindeki küçük mendilleri gizli gizli göz pınarlarına bastıran hanımlarla, yaşlı gözlerini kara gözlüklerinin ardına saklamaya çalışan beyler, yasak bir İlişkiye gözyaşlarıyla onay veriyorlardı adeta...
Yolboyu eşler birbirlerini yokladı, ihmal edilmiş heyecanlar çıkarıldı naftalinli sandıklardan... Kimi, köprüleri yeniden kurmanın yollarını aradı, kimi yakma vaktinin gelip de geçtiğini düşünürken...Lakin zordur köprüleri yakmak...
Meçhul bir istikbal uğruna bugününden vazgeçmek korkutur insanları... Mazinin hatıraları taze, dostluklar sıcak, kurulu düzen güvenlidir. Nitekim filmin kadın kahramanı da kendi köp¬rülerini yakmaktan son anda vazgeçer. Ruhunun köprüleri yerine, cesedini ateşe vererek, bir imkansız aşkı, küllerin buluştuğu öbür dünyaya erteler.
Köprüleri yakmak cesaret ister... ama siz kararsızlanırken köprünün karşısından ışıl ışıl yeni bir hayat umudu inatla gülümser insana... Bir elte bugünün yerleşikliğine tutunurken, öbürüyle yarın macerasına uzanmaya çalışır, arada çırpınır durursunuz.
Belki orayı bilmemek, bilmekten iyidir. Bilip de gidememek en beteridir çünkü...
Sinema çıkışında izleyicilerin düşünce balonlarında köprüler sallanıyordu. Eşler yolboyu birlikteliklerinin muhasebesini yaptılar, kimileri işi cesur bir hesaplaşmaya dönüştürerek, kimi kaygılarını dillendirmeye çekinerek...
Kimi evlerde eski aşklar tazelendi ve yeni köprüler ku¬ruldu, ihmal edilmiş diyaloglardan... Kimi evlerde ise yeniden sohbetsiz sofralara dönüldü... Rahat oturma odaları¬nın kurulu düzenlerine sarılanlar, heyecan dolu bir aşkı beyinlerinde büyüterek kaşıkladılar yemeklerini..
...ve ertelediler, ruhlarının köprülerini kavuracak bir heyecan ateşini; o ateşin ancak cesaretlerini yakacağı güne kadar..."

26 Şubat 2009 Perşembe

The Bridges Of Madison County (Yasak İlişki)


Bir bakarmısınız yandaki tabloya müthiş değil mi?

Müthiş bir film izledim dün gece.
Etkilenmemek ne mümkündü
Şimdi izlere anlatınca sizlerde izlemediyseniz izlemek isteyecek izlediyseniz bile hatırlayacak ve tekrar izlemek ve yine sorgulamaya başlıyacaksınız hayatı/hayatınızı…


Hani hep mailler gelir arkadaşlarınızdan günü yaşayın pozitif olun hayatın kıymetini bilin karanlıkta görünen küçücükte olsa o ışığın farkına varın ve kıymetini bilin gibi ama hangi birimiz bunları uygulayabiliyoruz ki...
İşte izlediğim film de bu mailler gibiydi sanırım ama Meryl Streep’in muhteşem performansına diyecek kelime bulamıyorum.

Film, Robert James Waller'ın aynı adlı kitabından uyarlanmış.
Clint Eastwood, başrol oyunculuğu yanında aynı zamanda filmin yönetmenliğini de yapıyor. Ve tabii Meryl Streep... Filme muhteşem oyunculuğu, güzelliği ve doğallığıyla hayat katan kadın...Francesca'ya can veren, onu yaşayan ve yaşatan, 40'ından sonra da aşık olunabileceği konusunda seyredenleri yüreklendiren Meryl Streep..Bence gelmiş geçmiş en başarılı aktrist olduğunu bu filmle kanıtlamıştır sinema dünyasına... Ve tabii ki Clint Eastwood un da hem yönetmenlik hem de oyunculuk konusunda başarısı asla gözardı edilemez...

Tekrar izlememe rağmen gecenin ıssızlığında telefon sesi olmadan evdekilerin hareket olmadan izlendiğindeki etkisi bir başkaydı.
Ve günüme bu filmle başladım biliyomusunuz çok etkileyiciydi.
Adı biraz bizim toplum yargılarımıza uymasada (yasak aşk) muhteşem bir bir aşk-sevgi filmiydi..
Bakın sadece aşk filmiydi demiyorum. Aşk-sevgi filmiydi diyorum..
Lütfen izleyin diyorum izlediyseniz bir daha izleyin.

Konusu şöyle Meryl Streep'in canlandırdığı Francesca'nın ölümü sonrasında, vasiyetinin çocuklarına okunmasıyla başlar. Francesca cenazesinin yakılmasını ve küllerinin Roseman Köprüsünden atılmasını vasiyet etmektedir. Annelerinin babası ile aynı mezarlığa gömülmek istememesine şaşıran oğlu ve kızı, buldukları günlükte bu isteğin nedenini daha iyi anlayacaklardır. Anneleri tüm hayatını ailesine adamış artık kendisinden geri kalanını National Geographic dergisinin fotoğrafçısı Robert'a vermek istediğini yazmıştır. O güne kadar kendi halinde bir ev kadını olan annelerinin yaşadığı yasak ilişkisini öğrenen çocukları günlüğü okudukça, bir anda hayatlarında bulamadıkları bir aşk masalını dinlerken bulurlar kendilerini...

Filmin kabaca konusu böyle anlattığım gibidir, evet. Ancak film bu kadarla kalmaz, çok insani, karşı konulamaz ve belki kaçınılmaz olan ama toplumca ahlaki olmayan nitelikteki duyguları öyle güzel detay ve diyaloglarla yaşatır ki... Birçok sahnesinde gözyaşlarımı tutamadım. Ve kolay kolay akıldan çıkacak gibi görünmüyor.
Film üzerinde düşünmeye sürüklüyor insanı heleki hayal kırıkları fazlaca olanlar için… "ben olsam..." diye başlayan bir cümle geçer kafanızdan, toplumsal değerleri sorgularsınız, bulunduğunuz anı ve seçimlerinizi gözden geçiriveriyorsunuz…
aşık olmak istiyor insanın içi…
eğer aşıksanız ona sarılmak geçiyor…
ve bunun gibi birçok karmaşık duygu bırakıyor film...

Geç kalınmışlıklar, ikilemler, feda edilenler, zorunluluklar, cesaret, seçimler ve gerçek aşk üzerine yapılmış son derece yalın ancak bıraktığı etki itibariyle bir o kadar kuvvetli bir filmdir bu, hayatını kısacık zamanlara sığdırabilenlerin öyküsüdür...
Bu filmi hala izlemediyseniz, izlediğinizde neden bu kadar geç kalmışım diyebilirsiniz sizde benim gibi…Bir de filmin o çok özenle seçilmiş müzikleri tuz biber olur tabii, bütün bu duygular üzerine.
Özellikle jazz müzik sevenlerin soundtrackını edinmelerini tavsiye
diyorum ben en kısa zamanda bunu yapacağım.

Bridges Of Madison County -

23 Şubat 2009 Pazartesi

SeNi SeViYoRDuM


İclal Aydın - Seni Seviyordum

sana uzak kentlerden birinde
zamanın bir yerinde
seni ve senli günleri anımsattı akşam güneşi
onca zamanın üstünde eskimeyen bir düşüncesin
şimdi insan hergün anımsar mı aynı gözleri..
seni seviyordum ve senin haberin yoktu..
saçlarını izliyordum uzaktan
kulağının arkasına düşüşü ve burnun!
herkesten başkaydı işte..
güldüğün zaman yukarıya bakardın..
yukarı kalkan başın ve gülen gözlerin vardı.
ne güzeldiler!
sen bilmiyordun..
ben seni seviyordum...
kalbime sığmıyordu aklımdan geçenler.
duvarlara, vitrin camlarına, kaldırımlara çarpıyordu.
geri dönüyordu çoğalarak.
senin sesini duyduğum masalarda erteliyordum herşeyi..
herşeyi erteleyişim oluyordun.
kalp ağrısı oluyordun.
birlikte soluduğumuz sokak isimleri oluyordun.
mevsimler değişiyor ve büyüyorduk.
dönemeçler geçiyor,
köprüler göze alıyor ve bazen,
tekin olmayan suların üzerinden atlıyorduk..
cesurduk!
ufuk çizgisi maviydi,
günbatımı hep turuncu ve kırmızıydı bütün karanfiller!
ben seni seviyordum..
sen bilmiyordun..
sevinçlerim oluyordun ara sıra..
sen hiç bilmiyordun.
sonra herhangi biri oldun.
bütün sevinçlerim bittikten sonra.
yağmurlar yağdı serin haziran akşamları.
derken birgün uzaktan gördüm seni.
saçların bana inat başın herşeye meydan okuyarak işte yine aynı!
kalbimi acıttın.. her zamanki gibi..
değiştik sanıyordum.
ve sen yine bilmiyordun..
şimdi bunları anlatsa sana birileri, kimbilir..
yada boşver
bilme en iyisi...

17 Şubat 2009 Salı

GüL-SüZ oLMaZ

Çok heyecanlıydı delikanlı. Hayatında bir kerede olsa cesaretini toplamış ve hoşlandığı hanımefendiye ilan-ı Aşk etmişti. Iki gün sonrası için randevüleştiler. Biraz heyecan biraz mutluluk delikanlının uyumasına da Engel oluyordu. İki gün bir türlü geçmek bilmiyordu. Yıllarca uzaktan hayran, hayran seyrettiği Gül’ü yakından görecek ve konuşacaktı. GÜL hanımefendiye söyleyemediği her şeyi yıllar boyu çok sevdiği ve dert ortağı olarak kırmızı gül ile paylaşmıştı. Ayın on dördü gelmeyecek gibiydi... Heyacanına engel olamayacak ve yatak odasında gül desenli kırmızı vazonun içine koyduğu gülleri seyrederken telefonu çevirdi. Birkaç kez aramasına rağmen GÜL hanımefendiye ulaşamadı.

Her şeye ilaçtır denilen zaman bu kez dert vermeye başlamıştı. Birden ümitsizliğe kapıldı. Acaba iki gün sonrası sevgililer günüdeki randevuya Gül hanim gelmeyecek miydi? Ya gelmezse iki gün önceden hazırladığı paket Kırmızı gülleri ne yapacaktı. Çaresiz olduğunu anladı. Dizlerinin bağı çözüldü yatağına uzandı ve ayın on dördünü karamsar bir şekilde hayal etti. Buluşacakları pastaneye gitti. Elindeki güller taptaze duruyordu. Saat geldi ama GÜL hani ortalarda yoktu.

Ümidini keserek gülleri masada bırakarak çıktı. Yolda yürürken hayatından GÜL hanımı ve onu hatırlatacak her şeyi çıkarmaya karar verdi. Önce yatak odasındaki kırmızı gülleri kaldırdı. Sonra günlüğünü. İçindeki gül sevgisi hariç her şeyi silmenin çok kolay olacağını düşünüyordu. Mazide onu hatırlatacak ne varsa hayatımdan çıkarmalıyım derken, annesi delikanlıya seslendi. Oğlum kardeşin GÜLFEM çok gecikti merak ediyorum başına bir şey gelmiş olmasın diye...

Delikanlı irkildi. Kardeşinin ismi de GÜL Hanımı hatırlatıyordu. Annesinin adı GÜLDESTE idi ve bunları silmek imkansızdı. Şöyle bir düşündü gül adını... Peki ilkokul ve mahalle arkadaşı GÜLÇİN ’i, babasını doğduğu Köyde tanıdığı GÜLPEMBE ’yi, kuzeni GÜLSÜM ’ü, tarih öğretmeni GÜLSEMİN hanımı, lise yıllarındaki sınıfın en güzel ve en terbiyeli kızı GÜLTEN’ ‘i nasıl silecekti hayatından. Sonra bunların bir kısmıyla çok görüşmediğini düşündü ve belki dedi... Akabinde kendisine hediye edilen GÜL VE BEN Kitabını düşünerek olacak gibi değdi dedi. Evlerinin bahçesindeki güller ne olacaktı?

Ya adına GÜLNAZ dedikleri evin salonunda durmadan öten kanarya... Hayatında bir çok şey GÜL hanımı hatırlatıyordu...GÜL Hanımı unutamıyordu. Onu hatırlamaya ve bunun getireceği acıya dayanamayacağını düşünerek ölüm tek kurtuluş dedi. Öldüğün de ilk aklına gelen şey mahallede ki yaşlı kadın GÜLBEYAZ teyze gelerek Kur’an okuyacaktı başucunda. Sonra yıkayacaklar, kefenine bol miktar da GÜL SUYU dökeceklerdi ve omuzlarda aile mezarlığına götürülecekti. Mezarlıktaki yazı aklına geldi. GÜLSOY aile mezarlığı yazıyordu. Ya mezarına her ölüm yıldönümünde getirilecek olan güller. Avazının çıktığı kadar bağırmak geliyordu içinden GÜLSÜZ OLMAZ diye.



Omuzuna bir el dokundu ve gözünü açtığında annesi GÜLDESTE hanımdan GÜL hanım diye birinin telefonda olduğunu duyunca heyecandan annesinin yanağından öptü ve GÜLSÜZ OLMAZ diye bağırdı. Telefonla buluşma yerini ve saatini bir kez daha konuştular. Telefonu kapattığın da bütün bu hayal ettiği kabusun beş dakika içinde olduğunu düşündü ve iki gün sonraki sevgililer gününden önce günlüğüne bir sayfayı dolduracak kadar GÜL'SÜZ OLMAZ diye yazdı...


(Hikaye BEKİR K Ahıskalı’ nin DÖRT MEVSİM SEVMEK isimli kitabından alınmıştır.)

10 Şubat 2009 Salı

MeNeKşE




öğrencim
bu yanda gördüğümüz
menekşemi
aşağıda görüldüğü gibi
desen çalışması yaptı
nasıl başarılı değil mi ?





















Bence çok iyi bir çalışma oldu
süper
çok iyi olacak
çizdiklerimizden
sizi de haberdar edeceğim

2 Şubat 2009 Pazartesi

EsKiL BiR AşK ÖyKüSü

boynumda yağmurdan bir kolye...
ıslak taşlara oturuyorum bugünlerde...

bir siyam kedisi ve ben...

pek çok şeyi geriye doğru unutuyoruz...

eski rus bir sevgilim vardı...

başka birisini göze alamam bugünlerde...

öykü safir aynalı bir salonda geçiyordu...

herşey önce çok güzel başlıyordu...

sen, gözünde siyah bir bant, beni dansa kaldırıyordun...

ben seni portekizli bir korsan sanıyordum...

sonra ortaya çıkıyordu eski bir rus soylusu olduğun...

yelkenbezi fularını çıkarıp... bir reverans yapıyordun...

odadan yavaş yavaş herkes, soylu soysuz herkes çıkıyordu...

ikimiz bir de kediler kalıyordu... hava alamıyorduk...

kapıları mühürlüyorlardı...

eskil bir aşk öyküsünün içinde kalıyorduk...

biz seni portekizli bir korsan sanıyorduk...

bir siyam kedisi ve ben...
Lale MÜLDÜR

YaReDiR SiNeDe EsKi SeVGiLi

Yaredir sinede eski sevgili Eski sevgili eski günler Hayata baksana takmıyor kimseyi Hiçbir şey diriltmez artık geçmişi Ya...