31 Aralık 2008 Çarşamba

2009 SeVGi ve BaRıŞ DiLiYoRuM


yeni bir yıla girerken
sevgi ve barış diliyorum
savaşların, acıların ve felaketlerin
geçip giden bir yıl gibi geride kalması dileğiyle...

28 Aralık 2008 Pazar

BeYaZ BiR ÖrTÜ

Bu sabah bu manzarayla uyandık.


Müthişti fakat meleğim hasta olduğu için pek bir mutluluk havası esmedi yuvamızda...

Yaz aylarından beri beklediğimiz, kuraklığa deva olacak yoğun kar yağışı sonunda ülke çapında etkili oldu.
Ve şehrin bütün sokaklarını, evlerin çatılarını, arabaları her yeri her köşeyi adeta beyaz bir örtü kapladı.

27 Aralık 2008 Cumartesi

...ŞaRKıLaR SeNi SöYLeR DiLLeRDe NaMe aDıN...

Gramofon , eski Yunanca fone, "ses" ve grammein, "yazmak" kelimelerinden kaynaklanıyor.
Bu makine ile ses ve müzik kayıtı veya dinleme olanakları bulunmaktadır.
Ilk patenti , 29 Eylül 1887 alman yaratıcı Emil Berliner tarafından alındı.
Gramofon bir yuvarlak ince taş plak ile , fonograf ise bir silindir ile çalışır.
Ilk fonograf yaratıcılardan biri ünlü Thomas Alva Edison dir.
İlk müzik çalar kutusu.
Meyhane kültürünün vazgeçilmez aracı.
Taş plak ile bir araya gelince bir güzel olur.

Gramofonlar; günlük yaşamımızda yeri olmayan; ancak nerede görsek gözümüzü alamadığımız estetik müzik aletleri.
Gözümüzü alamamamızın nedeni ise bir müzik aletinden öte anlam ve değer taşımaları.
Bizim kültürümüzde taş plaklarla ve yanık seslerle bir anılan nostaljik müzik aletinin geliştirilmesi ile pikaplar kullanılmaya başlandı.
Sonra onlar da anılara karışmaya yüz tuttu.
Bir müzik aleti kulağa hitap edebilir, gramofon bundan daha öte bir güzellik. Başka duyuları da okşuyor gramofonlar. Sesleri, estetik görüntüleri, nostaljik kokuları yanında onlara dokunmanın ayrı bir hazzı var.


...aşk gibi sevda gibi
huysuz ve tatlı kadınnn...

25 Aralık 2008 Perşembe

DaHa ÇoK SeVMeK

çiçekpasajı/istanbul

neden
diye hiç sormadım
bazı şeyleri daha çok sevmemin
sebebini merak bile etmedim...
sonbahar
ve
sonbahar renklerini
yağmuru
dönüp dönüp
aynı şiirleri okumayı
D&R ve kasvetli ortamını
mutfağı – mı
mutfak gereçleri almayı
müziği keşfetmeyi
meraklı olmayı
merak etmenin sınırsızlığını
bazı zamanlar sıkıcı
bazı zamanlar farklı
bazı zamanlar süpürge ve cadı ikilisi olmayı
şaşırtmayı - şaşırmayı
çikolata /dondurma sevmeyip
meleğimin ısrarla çikolata yedirmeye çalışmasının
anlaşılmazlığını....
böyle işte
bazı şeyleri daha çok seviyorum
galiba
fotoğraf çekmeyi de seviyorum
ama pek çok seviyorum


17 Aralık 2008 Çarşamba

1000 TANE

‘Mini mini fincan içi dolu mercan’,
‘Çarşıdan aldım bir tane eve geldim bin tane’
gibi bilmecelere konu olan incirler gibi bereketin sembolüdür narda.
Sert kabuğuyla içindeki hassas taneleri saklayan nar sanıyorum hafızalarımızda en çok bıraktığı lekelerle kalmıştır. Hatta babam kış gecelerinde nar getirir annem “durun çocuklar leke yaparsınız üstünüzü ben ayıklıyım size” derdi. Bir yandan da iyi yapardı çünkü ben hiç sevmem nar temizlemeyi...


Ağzımıza aldığımdaki o muhteşem nar suyu şelalesini kim sevmez ki...

Kabuğundan ayırıp ayıklaması güç ama yemesi muhteşem bir sağlık deposudur nar…
Yöresel yemeklerde kendine has lezzetiyle kullanılan nar ekşisi de unutulmamalı…
Hele kısır ve salatalarda kullanıldığında lezzetine doyulamaz.

Nar 'yemekname' isimli yemek dergisini gezerken çekilmiş fotoğraflarıyla dikkatimi çekti…
C vitamini deposu ve kuvvetli bir antioksidan olan değişik bir sürü tarif yapmak mümkünmüş.
Bunlar arasında ’narlı zeytinyağlı kereviz’, ‘narlı kısır’,’nar peltesi’ ve bunlar arasında en enteresanı bana ‘nar taneli zeytinyağlı yaprak sarması’ geldi.
Muhteşem bir görüntü ama değil mi?




Narlı maden suyu,
Malzeme:1 şişe madensuyu yada gazoz ve 2 yemek kaşığı nar,tabiî ki sabırla soyabilenler için:)
Yapılışı: buzdolabında soğutulan bardağa maden suyu doldurulur içine nar taneleri atılıp bir kokteyl kaşığı ile servis edilir.





süper görünüyor değil mi?

10 Aralık 2008 Çarşamba

BaYRaM MıŞşŞş...

Bugün bayram mış...
Burda mecmuasından ya da vitrinlerden seçtiğimiz elbiseleri dikmiş annem bize. Yakaları organzeli, ya da dantellerle bezenmiş. Rugan kırmızı ayakkabılarım başucumda arife akşamı alınmış. Esin'in saçları hep örgü imiş iki tane, uçlarında kocaman dikilen kıyafete uygun kurdeleler, benimki her zamanki gibi kısa, özgür hep istediğim gibi. İlker’in saçları birkaç gün önceden berbere gidilmiş kısaltılmış.

Bugün bayrammış…
Anneannemle dedemin ellerini öpmüşüz. Babamın anne ve babasını kabristanda ziyaret etmişiz. Para, adı ne olursa olsun, "bayram harçlığı" olarak bile, öyle ele sayılmazmış. Büyüklere alışverişlerde zarf içinde, çocuklara mendil arası verilirmiş.. Para değil hangi mendilim daha güzeline bakılırmış.

Bugün bayram mış…
Babamın aklında ile büyüklerinin bir listesi vardır. Kimse ihmal edilmesin, kimsenin gönlü kırılmasın. Kapıları çalmışız çikolatalar, baklavalar, fıstıklar çerezler ikram edilmiş. Mendillerimiz çoğalırmış, çikolataların yaldızlı kağıtlarını küçük parmaklarımızla düzleştirip saklarmışız. Yürüyerek gidermişiz her yere.. Bulamadıklarımıza "Bayramınızı kutlarız” diye kartlar bırakırmışız. Postadan bir sürü tebrik kartı çıkarmış. Üzerleri pullu olanlar, hareket edince göz kırpanlar, manzara resimleri.. Hepsini saklarmışız.

Bugün bayram mış…
Öyle uzaklara saçılmamışız daha.. Öyle uzaklarda uyanmamışız.. Tüm aile bir aradaymış. Bir rüzgar esip hiç kimseyi dağıtmamış her bir yana.

Bugün bayram mış…
Öylesine bir günmüş gibi geçip giden bayram mış…
Hepimiz bir aradaymışız.
Henüz o ayrılık rüzgarı esmemiş babaocağında.

Bayramlar değişmedi aslında bizler değiştik…

Bayrammış...

5 Aralık 2008 Cuma

aNLaT BaNa

Söyle bana hayat.
Beni kime doğru yaklaştırıyorsun?
O kim?
Şu anda nerede?
Kiminle?
Yoksa o da, beni mi düşünüyor benim gibi?
Tanıyor muyuz onunla birbirimizi?
Onun beklediği, hayal ettiği ben acaba hangi ben?
Peki ben ona ulaştığımda hangi ben olacağım?
O zamana kadar daha kaç kabuğumu üzerimden sıyırmış atmış, beni çevreleyen kaç duvarı yıkmış, kendime kaç adım daha yaklaşmış olacağım.
O da beni, benim onu sevdiğim kadar sevebilecek mi?
Onunla ara bir durak mı olacağız birbirimiz için?
Yoksa biz,beklediğimiz, aradığımız, arzuladığımız kişiler miyiz?
Bana yüzde kaçını göstermeye cesaret edecek?
Peşinden sürüdüğü, bir türlü noktayı koyamadığı eskimiş hikayeyle mi bana gelecek?
Beni, ben de mi keşfedecek.
Yoksa daha önceki deneyimlerine mi beni hapsedecek.
Diğer ilişkilere mi benzeyecek bizim de ilişkimiz.
Yoksa biz, özgün ruhlarımızı kaybetmeden beraber olabilmeyi başarabilecek miyiz?
Birbirimizin hayatındaki rolümüz ne olacak?
O bana neler öğretecek, o benden neler öğrenecek?
Birbirimizi acıyla mı, yoksa sevgiyle mi işleyeceğiz?
Neler takılıp kalacak benliklerimize bizlerden?
Ne kadar cesur olabileceğiz?
Onunla herşeyi hiç sakınmadan, eksiksiz, dibine kadar yaşayabilecek miyiz?
Sahte repliklere hiç ihtiyaç duymadan, sadece içimizden gelenleri konuşabilecek miyiz?
Söyle bana hayat.
Biraz ondan bahset bana.

05 Aralık 2008Haşim A.

30 Kasım 2008 Pazar

SoNBaHaRa VeDa

Niye bu kadar hüzünlü, bu kadar üzgün, bu kadar yalnız bir mevsim?
Niye sonların, ayrılıkların, bitişlerin, hayal kırıklıklarının, melankolilerin
yükünü taşıyor bu kadar?
üstelik bu kadar renkli,
bu kadar verimli,
bu kadar bolluk bir mevsimken..Bir sürü hatıra eklemeni ister sonbahar, sarı boyalı, bir sürü acı tatlı hatıra…
Ve azıcık kendi haline bırakır…
Uzaktan kulağına türküler, şarkılar çalınsın diye...
yağmur damlaları yürürken yüzünü okşasın diye...
pencereden şemsiyelerin sokakta salını salına dans edişini izleyelim diye...
anla işte yaşayalım diye...

karşı ne çıkarsa acı tatlı yaşa diye...

Yıllara nereden başladıgınıza bağlı onun “sonluğu”..
Benim gibi yılbası sevmeyenlerdenseniz,
adında son olsa da, her mevsim, her gün, bir baslanğıc..
Neyin sonu olurlarsa olsunlar....

varsın erken kapansın gün...
kararsın hava...
erken çöksün gün.. biz yinede erken kesmiyelim günümüzü...
varsın yağsın yağmurlar..
bulutları düşünün yağmasaydılar nasıl taşıyacaklardı o kadar suyu mesela:)
varsın yağsınlar...
açalım şemsiyelerimizi raks etsinler rüzgarda...

Ben severim sonbaharı...
adını daa, hüznünü deee, renklerini deee, şarkılarını daaa, giysilerini deee...

sizde sevin..
yada nasıl severseniz sevin...

nesi var sonbaharın
neden bu kadar hüzünlüüü ,
neden bu kadar üzgünnn
neden bu kadar içliiii
neden bu kadar yanlız bir mevsim
neden sonların, ayrılıkların, bitişlerin,
hayal kırıklıklarının, melankolinin mevsimi
nesi var sonbaharın

CaMDaN KalP


bir kez kırıldımı

yapıştırsan da izi kalır

eskisi gibi olmaz bir daha

keşke kalpler oyun hamurundan olsaydı istediğimiz gibi şekil verir üzülse kırılsada

tekrar eski haline getirebilirdik :)

mesela mavi olsaydı

mesela kırmızı ve ezilsede acı çekmeyen üzülmeyen kalpler

benim kalbim camdan herkez gibi

ısrarla kırmak için çalışanları asla affedemiyorum bu en yakınınsa

beni daha çok üzüyor çok üzülüyorum

ne yapsa onuramıyacağını düşünüyorum

ve

kimseyi kırmamak için çaba sarfediyorum...

26 Kasım 2008 Çarşamba

Şu Üç GünLük Ömrüne BeNi SığDıraMaDın

Anlasaydın şaşırırdım aşkın dilinden
Senin için sakladığım kalbe ne yaptın

Şiir olsan dize dize senin adına
İntizar ekleyip denize attım

Anlayamadım ben dayanamadım ben
Şu üç günlük ömrüne beni sığdıramadın

Anlayamadın sen dayanamadım ben
Şu üç günlük ömrüne beni sığdıramadın

Söz - Müzik: Deniz Seki

SeN HeLe iÇiNDeKi eĞRiYi DoĞRu eT

Her şeyin ömrü kendine göre
Damlanın ömrü yere düşünce biter
Tırtılınki baharın ömrü kadardır
Onunda yüreğinde har vardır
İnsana göre bir karış yaprak olan
Ona göre bitmeyen uzun bir yoldur
Tırtıl sarılsa da bir dutun yaprağına
O da er geç yazılır gidenlerin safına
Yaprağın ömrü rüzgarın insafınadır
Dala tutunmaya çalışması boşunadır
Menzili ömründen daha uzun olanlar
Menzile varmadan yarı yolda kalırlar
Farzet bir tırtılsın, yada kelebek
Kim bilir ömrün nerede nasıl bitecek
Hatıra defterine, yahut dut yaprağına
Değer mi deme bir günlük ömrü yazmaya
Sen hele içindeki eğriyi doğru et
Güzel yaşadı, güzelce yaşlandı diye
Ömrünü bir yazan bulunur elbet
Bekir K. Ahıskalı
24 Kasım 2008

16 Kasım 2008 Pazar

KuRu BiR DaLa AsıLı SeVdA



Kuru bir dala asılı sevda
çocuk/al alabilirsen eğer

Hayat yedi başlı bir bela
çocuk/yen yenebilirsen eğer


Başkasında istediğin oyuncak
Şimdi doludur istediğin o kucak
Sen bir tohum, daha yumurcak
çocuk/gül gülebilirsen eğer


Ağırdır omuzunda taşıdıkların
Çıkmazlarla dolu yaşadıkların
Kördüğüm edilmiş oynadıkların
çocuk/çöz çözebilirsen eğer


Önünde uçurum, arkanda duvar
Ümidini götürmüş giden kumrular
Çamurlara belenmiş içtiğin sular
çocuk/süz süzebilirsen eğer


Kime ne diyeceksinki bilmem?
Hayat senin, karar elin elinden
Zorla getirilmişsin ana rahminden
çocuk/kız kızabilirsen eğer


Bekir K.Ahıskalı
24.02.2006
Kelebek-Kedhil

10 Kasım 2008 Pazartesi

ruhun şad olsun YÜCE ATAM

nereye baksa güzel,nereden baksan güzel
TÜRKÜN KALBİNDE VE YÜREĞİNDE DAİMA YAŞAYACAKSIN

6 Kasım 2008 Perşembe

GüN BaTıMı

akşam ezanının mahzunluğunda
 batar güneş göğü boyayıp turuncuya
fısıldar adın dudağımın çatlağında
ellerimden kayıp gider zaman
gün yüzünü dönmüştür geceye
bürünür şehir bir garip sessizliğe
sonunu getiremediğim ıslık ağzımda
birbirine karışır mazi ve ati gurupta
kızıllığından bulutların vakit sarhoştur
cızırtılı çalar radyoda kürdili hicazkar
yorar beni sensizlik içimi acıtmaya başlar
yüreğimizle yazmıştık hikayemizi akşamlara
anlatıyor işte dinleyenlere her gün batımında.

Abdullah ABALI

RuMeLi HiSaRı

İstanbul; surları, kaleleri ve kuleleri ile de meşhurdur.
Bunların bazıları İstanbul'un fethinden sonra savunma dışı amaçlarla kullanılmış,
yüzyılların tesiri ile de harabeye dönmekten kurtulamamıştır.
Fakat, fetihten bir yıl önce yapılan Rumelihisarı, bütün heybetiyle ayaktadır.
Türklerin boğaz kıyısına vurduklari sahiplik mührü,
silinmez damgası olarak sapasağlam durmaktadır.
Hafta sonu gezimizde boğazda bu fotoğraflarıda çektim.


Bu eser, kale mimarisi bakımından bir harika,Türk tarihi için kalebelgelerden biridir.
Bu muazzam eser sadece 4 ay 16 günde tamamlanmıstır ve bu bir rekordur.
Bu kadar kısa surede yapılan hisarın üç büyük kulesi dünyanin en büyük kale burçlarına sahiptir ve bu da bugüne kadar aşılamayan ikinci rekordur.

Rumeli Hisarı bugün müze ve açık hava tiyatrosu olarak kullanılmaktadır.
Hisarda açık teşhir yapılmakta, sergi salonu bulunmamaktadır.
Toplar, gülleler ve Haliç'i kapattığı söylenen zincirin bir parçasından oluşan eserler, bahçede sergilenmektedir.
Rumeli Hisarı ayrıca İstanbul'un Sarıyer ilçesine bağlı bir semttir.
Her yılın yaz döneminde konserlerin başladığı mekan olarak da bilinir.

4 Kasım 2008 Salı

BiR VaPuR

Bir vapur kaçıyor iskeleden
İçinde
Acelelerini köpüğüne karıştırmış insanları
Nazlı nazlı kesiyor mavi kumaşı
Peşinde açıkgöz martılar
Takalar onunla yarışmaktan bıkmış

Selam duruyorlar geçerken
Düğün atına binmiş gelin gibi
Edalı edalı süzüyor onları
Bu cakan bu havan niye
Şımarıklığın usandırıyor
iskele babalarını
Ama yakışır sana
Yakışır her süzülüşünde ...

GöNLüM SeNDe

pembe gülün anlamı
açık renkli olanları
Zarafet,İncelik,Memnuniyet,Keyif,Hayranlık,Sempatik,Kararsızlık,Nazik
gönül koyma anlamını da gelir.
Ayrıca mükemmel mutluluk ifadesidir
Bu gülü vermekle erkek ya da kadın, verdiği şahsı gönlüyle ebelemiştir.
Eğer, bu renk gülü alan kişinin medeni durumu verilen gönlü almaya müsait değilse,
'silahım belimde' anlamına gelen bir kaktüsle karşılık vermesi mümkündür.

31 Ekim 2008 Cuma

YuSuFCuK

lütfen üzerine tıklayın büyük olarak görün !... MUHTEŞEM... ben bayıldım

sen büyüdün KüÇüĞüM

Büyümek…
kelime kökü büyü… -mek, mak bize öğrettikleri gibi mastar eki…(dilbilgisinden aklımda kalan nadir bilgilerdendir, kullanayım dedim…) Sanki büyümek büyülü bir şey gibi…
Demek ki çocuklar ondan büyümek ister, büyülü sandıkları için…
yoksa boy kelimesinden dönüşerek mi gelmiş; hani boy atmak boylanmak; büyümek demek gibi…
Bilmiyorum bunu dilbilimcilere sormak gerek…

İzlediğim bir filmde ‘büyümenin en kötü yanı farkında olmadan olması diyordu.
Farkına varmıyosun büyüdüğünün.
Ben mahallede baş mı tumba mı kaleye kim geçecek kavgası yapıp mahallenin tüm erkek çocuklarını üterken miskette; mahalledeki ablalarımız kocaman gelirdi bana.
Kocaman kadındı onlar.
Üstelik kocaman oldukları zaman benim şimdiki yaşımdan en az 10 yaş küçüktü hepside.

Büyümek nüfus kağıdındaki yaşın çoğalması demek?...
Bu dünyada geçirdiğin zamanın çoğalması?...
Yaşlanmak=büyümek mi?...
yoksa büyümek bir çocuk yiyeceği markası mı sadece…
derinin buruşması, çizgilerin artması…
İç organların ve bedenin miadının dolması, kullanım süresi uzadıkça çıkardığı arızanın artması, markanın eskimesi, yedek parça bulma ihtimalinin gittikçe azalması mı?...:)

Büyümek sorumlulukların artması, ödenen ve ödenecek bedellerin kabullenilmesi, alışmak, kabullenmek, kaybetmeyi öğrenmek, olan biten, olabilecek her şeye hazırlıklı olmak, kararlar almak ve bu aldığın kararların sadece kendi hayatında değil yakınında olan ve sevgidiğin insanların hayatında yaratacağı değişiklik ve etkileri göze almak, hesap kitap yapmak, haddini bilmek, aşırılıktan kaçınmak, zarar ziyan dökümü yapabilir duruma gelmek, mizan çıkaracak bilgiye sahip olup kar zarar hesaplarını iyi bilmek mi?...

Büyümek sunabilecek önerilerin olması demek ki öneri sunabilmek için biraz fikrin olması gerek.
Buda her konuda biraz bir şey bilmeyi gerektiriyor.
Bunun için çok oku… çok öğren…

Arkadaş olurken ne karşındakinin sınıfsal ve sosyal konumu, ne siyasi görüşü, ne ekonomik özlelikleri hiç bişey yok aklında hiç bişey… Salt ve saf samimiyet…
Büyüdükçe bakıyorsun kurulan ilişkilerde süzgeçlerin oluşmuş insanları önce süzgeçten geçiriyorsun, en azından ortak bakış açımız olsun yoksa ne konuşuruz diyorsun.
Sonra bakıyorsun aslında herkesin eleme kriterleri var.
Ön elemeyi atlatamayan yarışmaya bile giremiyor.
İşte tam bu noktada eleme kriterleri insanların hayata bakışını ve duruşunu belirliyor.
Senin duruşun hep güçlü olsun…

Bu konu böyle uzar gider. Velhasıl sen büyüdün küçüğüm…
aklınla yaşa küçüğüm…
Seni seviyorum…

21 Ekim 2008 Salı

pisi pisi 'MİSİ'







misiiii...
misafirimizdi bizim...


masmavi gözleri olan bir siyam kedisi o. gözleri açıkken çekemedim fotoğrafını bir daha ki gelişinde yakalarım diyorum.


çok güzel misiii.
meleğimle çok seviyoruz misiyi.
canım arkadaşımın kedisi
yine gelsin bize misi...


pisi pisi misiiiii....

15 Ekim 2008 Çarşamba

WeLCoMe to BRiTDaY 40;


Yürekten damlaları oluşturan ben kırk yaşındayım artık.
Kırk koca yıl deriz dimi
Yok bilmezdim. Nasıl bir şeydir düşünürdüm kırkında olmak
ama bugün diyorumki çok güzel bir kırk yıl bu…

Kendimi koccaaaamaaannn kırk gibi hissetmiyorum ki.
Ve geçen yıldan daha mutluyum.
Bugün çok iyiyim çookkk.

Yoğun geçen günlerimden sonra
ilk kez içimde ruhumda dünyamda neşe yi mutluluğu yakaladım.
Bunda belki kırkın etkisi
beklide Meleğimin
belki çocuklarımın
belki de arkadaşlarımın dostlarımın payı büyük
ama en çok çocuklarımın onları çok seviyorum.

Kocammaaannnn hepsini öpüyorum.

Neşeliyim…
Mutluyum…
Çoookkk….

İyi ki doğurdun benim annem…

İnanki deli değilim

Bazen-belki,
biraz…
Hani olur ya.
İnanki kimseyi incitmek olmadı amacım…
bazen - işte, istemeden...

 
inanki yaşadığım hiçbir şeyden pişman değilim
ve, biraz uyuzum evet,
hele dışarıdan fena halde
evet - olmazsa olmazlarım var,
kurallar, prensipler, şu ana kadar kimsenin aşamadığı duvarlarımla beraber en baş köşede duran.
ama 
sanırım iyi biriyim.
sokakta yanından geçen herhangi biri gibi,
sıradan, hayattan biri.
belki göz göze geldiğin, sonra bir daha hiç hatırlamadığın...
dünyaya gelmişim işte,
15 Ekim de doğum günüm.


Çocukken hep okulun açıldığı ilk haftaya gelirdi doğum günüm.
Yazın doğum günü olan arkadaşlarım uzaktan uzaktan kıskanırlardı..:)

Artık okul yok
büyüdüm ben
Sayfaları çevirdim 40.bölüme geldim
Seneye kırk bir kere maşallah yılı
Geçen bölümlere dönüp baktım bir dolu hikaye
Bundan sonraki bölümler sürprizler
Diliyorum

Sevgi
Mutlukluk
Sağlık

Tabiî ki meleğimle beraber
Seni çok seviyorum
Dünyanın en güzel MELEĞİ
Annen seni seviyor.

Herkese benimle birlikte en güzel yaşamı diliyorum
;)
Güneş yüzeyinde hareketlilik ileri teknoloji kullanılarak çekilen bu fotoğraflara böyle yansımış
ben çekmedim ama :)

11 Ekim 2008 Cumartesi

aH iStAnBuL

İstanbul'u Gelin Etmişler
Bu baharda süsleyerek,
İstanbulu gelin etmişler
Yüreğinden acılarI alıp,
Kına diye ellerine çalmışlar
Saçlarına bir papatya takarak
"Seviyor" diye kandırmışlar,

İstanbul'um...
Canımın yongası, ruh ikizim
Elindeki papatya tek yapraklı ise
Ne ile başlarsan o çıkacaktır elbet
Herşeyin en iyisine layık iken
Bar çekenin başka düğün sakinleri
Enstürmanın bile işportadan
Barışa salınan güvercinlerin
Esiri olmuşlar bir avuç yemin
Patlatılmalıyken yıllanmış şaraplar
Saki'lerin bile kırık testi ile dolaşır
Mezelerin ucuz Trakya rakıları

Ah istanbul !
Nikah şahidin, iki boğaz olmalıyken
Bir kapkaççı ile, eylemci'ye mi kaldın
Hiç olmazsa Haliç'i davet etseydin
Yeditepe'yi alıp gelseydi bu güne
Kasımpaşa'da nârâlar atılırken
Ortaköy'den bir konvoy çıksaydı
Gelinliğin Moda'dan olsaydı
Bebek kucağına oturtulsaydı...
Seninde düğününde,
İki gözü iki çeşme
Anan ağlasaydı İstanbul...
İstanbul gibi, koca bir güzeli
Tek yapraklı papatya ile süslemek
Duvağını, gözyaşlarından takmak
"Sen mutlusun" diye inandırmak

Ah İstanbul!
Kaderin bu mu senin ?
Kınan acılardan,
Duvağın, gözyaşı mı senin ?

Bekir Servent KALE

YAY'ından Çıkmış Şiirler
Birazda Sen Ağla Eserinden











fotoğraflar meleğime ait - Meleğimi annanesi çekmiştir -İstanbul Gezisi

1 Ekim 2008 Çarşamba

RaMaZaN ÇaDıRıNDa EĞLeNCe



bu ramazan meleğim belediyenin kurduğu ramazan çadırlarında
tiyatro yaparak halkı eğlendirdiler
çok güzellerdi
başarılar

YaReDiR SiNeDe EsKi SeVGiLi

Yaredir sinede eski sevgili Eski sevgili eski günler Hayata baksana takmıyor kimseyi Hiçbir şey diriltmez artık geçmişi Ya...